6 Şubat 2023’te gerçekleşen ilki 7.7, ikincisi 7.6 büyüklüğündeki Maraş merkezli iki büyük deprem, geniş bir coğrafyada on binlerce can kaybına ve büyük yıkımlara neden olurken, deprem bölgesindeki zengin kültür varlıklarımız da büyük ölçüde zarar gördü. Depremlerin etkilediği 10 ilden Malatya, Arslantepe gibi önemli kültür varlıklarının bulunduğu yerler Yukarı Fırat Havzası’nda yer alırken, diğer iller ise insanlık tarihinde çok önemli kültürlere ve uygarlıklara ev sahipliği yapan Bereketli Hilal’in kuzeybatı kesiminde bulunuyor. Uygarlıklar beşiği olan bu bölgede yaşanan depremler Hatay, Maraş ve Adıyaman başta olmak üzere deprem bölgesindeki eski cami, kilise, havra, özgün sivil konut örnekleri gibi çok sayıda tescilli anıt yapılar ile kaleler ve antik kentlerde büyük yıkımlara neden oldu.
Depremlerden dört gün sonra sahada olan biri olarak, depremin kültür varlıkları üzerindeki etkilerini Adana, Antep, Hatay, Kilis ve Osmaniye’de inceleme fırsatı buldum. Antep ve Kilis illerinde ise deprem sonucu hasar gören kültür varlıkları ile ilgili belgeleme ve kurtarma çalışmalarında görev aldım. Depremin yıkıcılığından daha fazla etkilenen Hatay, Maraş ve Adıyaman’da hasar gören kültür varlıkları ile kıyaslandığında, Antep ve Kilis illerindeki kültür varlıkları daha iyi durumdaydı. Bununla birlikte, yaşanan depremlerin kültür varlıklarına verdiği hasarı belgelemek için bölgede yaptığımız çalışmalarda, eski yapılar, kaleler ve antik kentlerde büyük hasarlar tespit ettik. Tarihe tanıklık eden birçok önemli cami, havra, kilise ve eski konaklar maalesef tümüyle enkaza dönmüştü. Bu çalışmalardaki görevimiz, oluşan hasarı belgelemek ve enkaz içindeki yazıtlar, mimari süsleme öğeleri, çiniler gibi eserleri kurtarmaktı. Daha önce deneyimlemediğimiz bu saha çalışmalarında, belgelemeler dışında, Antep Kalesi ve Hurşit Ağa Konağı yıkıntılarından yazıtlı blokları, Rumkale’deki Aziz Nerses Kilisesi enkazından mimari süsleme öğelerini, Kilis Ulu Camii ve Kilis Tabakhane Camii minare enkazlarından yazıtlı blokları ve çini parçalarını açığa çıkarmak ve kurtarmak gerekiyordu. Böylece 30 yılı aşkın meslek hayatımdaki saha çalışmalarına farklı bir uygulama eklenmişti: ‘enkaz arkeolojisi’…
ANAVARZA DA OLASILIKLA BİR DEPREM SONUCU YIKILMIŞTI
Yeni karşılaştığımız bir kavram olan ‘enkaz arkeolojisi’ uygulamaları, bize bölgedeki arkeolojik alanların nasıl biçimlendiği konusu ile ilgili de önemli ipuçları verdi. Antik kentlerdeki sütunların kırılma biçiminin, taş duvarlardaki çökmelerin, deformasyonların ve bloklarda kırılmalara neden olan derin çatlakların önemli deprem bulguları olduğunu anlıyoruz. Osmaniye sınırları içerisindeki Kastabala antik kentinde, 6 Şubat depremleri sonrasında yıkılarak parçalanmış bir sütun, Adana sınırları içerisindeki Anavarza antik kentinin sütunlu caddesinde düşmüş ve parçalanmış sütunları andırıyordu. Anavarza da olasılıkla bir deprem sonucu yıkılmıştı. Deprem sonrasında ayakta kalan sütunlarda ise gövde bloklarının birleşme noktalarındaki kırıklar dikkat çekiciydi. Buna göre, sütun gövde bloklarında oluşan benzer kırıkları deprem bulgusu olarak değerlendirilebiliriz.
KAZILARDA DEPREMDE ÖLENLERİN İSKELETLERİNE RASTLIYORUZ
Arkeolojik alanlar çeşitli etkenlerle zaman içinde biçimlenir. Özellikle höyük gibi çok katmanlı arkeolojik alanların nasıl biçimlendiğini bilmek, kazı çalışmaları yaparken uygulanacak yöntemler açısından büyük önem arz eder. Örneğin, terk edilen bir kerpiç evde önce üst örtü, sonra duvarlar çöker. Buna göre bir höyük kazısında, bir yerleşim katmanındaki kerpiç evlerin önce duvar molozu, molozun altında ise mekan tabanları üzerinde çatı örtüsüne ait kalıntılar beklenir. Ama eğer kerpiç yapılar bir depremle yıkıldıysa durum farklıdır. Bu durumda deforme olmuş temel duvarları ve taban üzerinde moloz ile birlikte yan yatmış kerpiç duvar parçaları, yerinde korunmuş eşyalar depreme işaret eder. Bazen depremler sırasında ocaklardan dağılan ateş yangınlara sebep olabilir. Örneğin, Hamamlar Höyüğü’nde Helenistik Çağ’a tarihlenen yerleşimde olduğu gibi, depremle birlikte şiddetli bir yangın yerleşmelere son verebilmektedir. Kazılarda nadiren de olsa yapı molozu altında depremde ölen insan ve hayvanlara ait iskeletlere de rastlayabiliyoruz. Tabii, yapılarda kullanılan malzemeler de depremlerde farklı biçimlenmeye yol açar. Örneğin, Kilis’te yıllar önce yüzey araştırmalarında tespit edip incelediğimiz Orta Çağ’a ait bir dağ köyü yerleşiminde evler tümüyle taştan inşa edildiği için, yerleşme deprem sonrasında bir taş yığınına dönmüştü.
DEPREM, ANTİK YERLEŞMELERİN SON BULMASININ EN ÖNEMLİ NEDENLERİNDEN BİRİ
Yaşadığımız coğrafyada antik yerleşmelerin son bulmasının en önemli nedenlerinden biri deprem gibi görünüyor. Kilis ili sınırları içerisindeki Oylum Höyük’te, Helenistik ve Orta Çağ tabakalarında, Antep’in İslahiye ilçesi sınırları içerisindeki Taşlıgeçit ve Hamaç höyüklerinde ise Erken Tunç Çağı, Helenistik Çağ, Roma ve Orta Çağ tabakalarında belirgin deprem izleri tespit ettik. Bu yerleşim tabakalarında özellikle taş temel duvarlarında belirgin çökmeler, ‘S’ şeklinde bükülmeler dikkat çekicidir. Olasılıkla bu depremlere, 6 Şubat depremlerini de yaratan, Levant Koridoru boyunca uzanan Ölü Deniz Fayı neden olmuştu.
ANTİK KAYNAKLAR ANTAKYA’DAKİ YIKICI DEPREM VE YANGINLARDAN SÖZ EDER
Amik Ovası’ndaki Tell el-Cüdeyde’de ve Hazor, Deir Alla, Gezer, Lachish ve Ein Haseva gibi çok katmanlı yerleşimlerdeki kazılarda da farklı dönemlere ait yerleşim tabakalarında aynı fayın neden olduğu güçlü deprem bulguları tespit edilmişti. 6’ncı yüzyılda yaşamış Antakyalı Ioannis Malalas’a ait Malalas Kroniği gibi antik kaynaklar da özellikle Antakya’da yaşanan benzer yıkıcı depremlerden ve depremler sonrasında çıkan yangınlardan söz eder.
Sismik açıdan oldukça aktif olan bu coğrafyada, arkeolojik alanların biçimlenmesinde depremler önemli bir etkenmiş gibi görünüyor. Deprem bölgesindeki gözlemlerimiz, yüzlerce yıldır yaşanan depremlere direnmiş olan Roma dönemi yapılarının 6 Şubat depremlerini de büyük ölçüde hasarsız atlattığını gösterdi. Ancak birkaç yüzyıllık cami, kilise, havra, sivil konut örnekleri gibi anıtsal yapıların önemli bölümü bu depremlerde büyük hasar gördü ya da tümüyle çöktü. Osmaniye’deki Yılanlı Kale depremlerde hasar görmezken, yakın zamanda restorasyon çalışmaları tamamlanan Antep Kalesi ve Kilis’teki Ravanda Kalesi’nin sur duvarları ve burçları büyük ölçüde yıkıldı. Kalelerdeki tahribatlara maalesef yanlış ve eksik restorasyon uygulamalarının neden olduğunu göz ardı edemeyiz. Özellikle Antep ve Kilis’te camilerin minareleri yıkılırken, düşen minare parçaları camilerin harim ve son cemaat yerlerinde önemli hasarlara sebep olmuştu. Bunda, bölgedeki tek şerefeli geleneksel minarelerin özellikle 1950’ler ve sonrasında yükseltilmiş olması da önemli bir neden gibi görünüyor.
RESTORASYONUN BİLİMSEL ESASLARA UYGUN YAPILMASI ÖNEM ARZ EDİYOR
‘Enkaz arkeolojisi’ çalışmaları, yaşanan depremlerin kültür varlıkları üzerindeki etkilerinin belgelenmesi ve tarihe kayıt düşülmesi açısından büyük önem arz ediyor. Bu nedenle, yaptığımız çalışmaların en önemli bölümünü belgeleme oluşturdu. Antep Kalesi’nin yıkılan kulelerinin enkazından çıkan yazıtlı blok parçalarını, Rumkale’deki Aziz Nerses Kilisesi’nin yıkılan doğu podyum yapısındaki parçalanmış mimari süsleme öğelerini açığa çıkarmak, yerinde belgelemek, çizmek ve müzeye teslim etmek zor ve meşakkatli bir çalışma gerektiriyordu. Çalışmalar her ne kadar enkaz alanlarında yürütüldüyse de açığa çıkarma ve belgeleme çalışmaları bilimsel arkeolojik kazı esaslarına göre yapıldı.
Bir deprem ülkesiyiz ve geçmişte olduğu gibi gelecekte de bu depremler yaşanacak. Bu talihsiz felaketten kentlerimiz ve binalarımız için dersler çıkardığımız gibi, kültür varlıklarımızın depremlere karşı korunması ve gelecek nesillere ulaştırılması için de önemli dersler çıkarmalıyız. Özellikle restorasyon uygulamalarında acele edilmemesi, çalışmaların bilimsel restorasyon esaslarına uygun olarak doğru yöntemlerle yapılması ve doğru malzeme kullanımı büyük önem arz ediyor. Belki o zaman ‘enkaz arkeolojisi’ yapmaya ihtiyacımız olmaz!
*Antep Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü, Prof. Dr.